Kemalizm – Bir Dayatma Projesinin Anatomisi

Kemalizm, Türkiye’nin sözde modernleşme hikâyesinin merkezine yerleşmiş olsa da, eleştirel bir perspektiften bakıldığında bu ideolojinin ülkenin toplumsal dokusunu, siyasal gelişimini ve kültürel çeşitliliğini derinden yaralayan bir proje olduğu görülür. Destansı bir dönüşüm hikâyesi olarak sunulan bu sistem, aslında geniş kitlelerin katılımı olmadan tepeden inmeci yöntemlerle inşa edilmiş, bunun sonucunda da toplumla devlet arasına neredeyse aşılamayacak bir uçurum yerleşmiştir.

Bu ideoloji, modernleşme kisvesi altında toplumun doğal akışını kesmiş, kültürel sürekliliği kırmış, halkın yaşam tarzını ve inanç dünyasını “uygarlaştırma” iddiasıyla kontrol altına almaya çalışmıştır. Kemalizm, kendi doğrularını mutlak hakikat ilan etmiş; eleştiriye tahammül etmeyen kapalı, dogmatik bir siyasal atmosfer yaratmıştır.

Devleti İdeolojiye Mahkûm Etmek

Kemalizmin en büyük sorunlarından biri, devleti neredeyse kutsal bir aygıta dönüştürmesidir. Bu ideolojinin gözünde devlet:

  • her şeyi bilen,
  • her şeyi düşünen,
  • toplumu şekillendirme hakkını sorgusuzca elinde tutan bir güçtür.

Toplum ise çoğu zaman “yetersiz”, “geri kalmış” ve “aydınlatılmaya muhtaç” bir kalabalık olarak görülmüştür. Bu yaklaşım, halkın iradesini küçümseyen, toplumun doğal gelişimini boğan otoriter bir zihniyetin açık göstergesidir.

Siyasal sistem, uzun yıllar boyunca halka değil, ideolojiye sadakat üzerinden işlemiştir. Bu, modern devlet değil; ideolojik dogmalarla yönetilen, halkına sürekli şüpheyle bakan bir aygıttır.

Dayatılmış Modernleşme: İçeriksiz Bir Batılılaşma

Kemalizmin modernleşme anlayışı yüzeysel, sembolik ve zorlayıcı bir dönüşümden ibarettir. Modernleşme; toplumdan değil, devlet memurlarından başlamış; halkın gündelik hayatına kulak verilmeden şekillendirilmiştir.

Bu yaklaşımla:

  • giysi,
  • alfabe,
  • takvim,
  • kültür,
  • tarih,
  • eğitim

gibi en temel alanlar bile devletin tepeden inme kararlarına göre yeniden dizayn edilmiştir.

Toplumun bu süreçteki görevi ise sadece itaattir. Katılım yoktur, tartışma yoktur, uzlaşı yoktur. Sonuç? Köklerinden koparılan, kendi kültürünü yabancılaşma üzerinden öğrenen bir toplum modeli.

Demokrasiye Karşı Sistematik Kapanma

Kemalizm kendisini “çağdaşlık” olarak pazarlasa da pratikte demokrasi ile ciddi bir gerilim içindedir. Çok partili hayata geçiş bile, ideolojinin kendi varlığını tehdit altında hissettiği anlarda kesintiye uğramış; seçilmiş iktidarlar üzerinde gölge gibi duran bürokratik bir vesayet sistemi kurulmuştur.

Bu vesayetin temel motivasyonu basittir:

“Toplum yanlış karar verebilir, ama ideoloji asla.”

Bu mantık, seçmeni değersizleştiren, demokratik meşruiyeti hafife alan bir bakış açısının ürünüdür. Devletin gerçek sahibi halk değil, ideolojiye bağlı bürokratik kadrolardır.

Kültürel Tek Tipleştirme: Çeşitliliği Yok Saymak

Kemalizmin en sorunlu yönlerinden biri, Türkiye’yi tek tip bir ulus tasarımına mahkûm etmesidir. Bu tasarım:

  • dil,
  • kimlik,
  • kültür,
  • inanç

alanlarında derin bir baskı mekanizması yaratmıştır.

Farklı kimlikler “tehlike”, farklı diller “sorun”, farklı kültürler “gerilik” olarak görülmüştür. Bu bakış, ülkenin sosyal barışını zedelemiş; dışlanma ve gerilimleri yıllarca büyütmüştür.

Kültürel çoğulculuk, ancak bastırıldığı dönemlerin ardından yeniden görünür olabilmiştir.

Laiklik Adı Altında Toplumsal Mühendislik

Kemalizmin uyguladığı laiklik modeli, din ve devlet işlerinin ayrılması değil, dinin devlet tarafından kontrol edilmesidir. Bu anlayış:

  • halkın inanç pratiklerine müdahale etmiş,
  • dinî kurumları siyasi vesayet altına sokmuş,
  • inanç özgürlüğünü kısıtlamış,
  • dindarları “öteki” konumuna itmiştir.

Bu yaklaşım, toplumu dönüştürme iddiasıyla yola çıkanların, toplumun en geniş kesimini anlamadan hareket ettiğini göstermektedir.

Ekonomide Verimsizlik ve İdeolojik Devletçilik

Kemalizmin devletçilik ilkesi, ekonomik dinamizmi öldürmüş; siyasallaşmış ekonomi, verimsiz kurumlar ve rekabetten uzak yapılar doğurmuştur. Özel sektör gelişememiş; girişimcilik yerine devlet bağımlılığı teşvik edilmiştir.

Modern ekonomilerin gerektirdiği esnek, rekabetçi, yenilikçi yapıların oluşması onlarca yıl gecikmiştir.

Tarihin Tek Boyutlu Kurgulanması

Kemalizm, tarihi ideolojiye göre yeniden yazmış; Osmanlı geçmişi reddedilmiş, toplumun kültürel belleği kesintiye uğratılmıştır. Tarihsel süreklilik yok sayılarak toplumun hafızası yapay bir ulusal anlatı etrafında yeniden şekillendirilmiştir.

Bu, kültürel özgüveni yok eden, toplumun kökleriyle bağını zayıflatan bir kırılma yaratmıştır.

Kemalizm Bir İlerleme Projesi Değil, Bastırılmış Bir Toplumun Hikâyesidir

Kemalizm, her eleştirinin “gericilik” olarak damgalandığı, toplumun çoğulluğunun tehdit olarak görüldüğü, demokrasinin ise kontrollü bir oyun haline getirildiği bir siyasal atmosfer yaratmıştır. Bu ideoloji, Türkiye’yi geliştirmek yerine uzun yıllar boyunca aynı tartışmaların içinde kilitlemiş; toplumun doğal gelişim seyrini kesintiye uğratmıştır.

Bu metin, Kemalizmi Türkiye’nin geçmişindeki en büyük ideolojik dayatma olarak değerlendiren sert bir perspektiftir. İdeolojiyi yüceltmeye alışmış resmi anlatıların aksine, bu yaklaşım Kemalizmin toplum üzerindeki baskıcı, ayrıştırıcı ve otoriter yanlarını açıkça ortaya koymayı amaçlamaktadır.

Kemalistlerin Kendilerini “Aydın Zümre” Olarak Görme Yanılgısı

Kemalizm eleştirilirken göz ardı edilemeyecek en belirgin olgulardan biri, bu ideolojinin takipçilerinde görülen üstten bakan, seçkinci ve toplum mühendisliğini meşrulaştıran zihniyettir. Kemalistlerin önemli bir kısmı, tarihi bir misyona sahip olduklarına inanır ve bu inanç onları toplumun geri kalanından doğal olarak “üstün” bir konuma yerleştirir. Bu üstünlük duygusu, ideolojinin kendisinden ayrı düşünülemez; çünkü Kemalizm, daha en başından toplumu “aydınlatılmaya muhtaç bir kitle” olarak tanımlamıştır.

Bu nedenle Kemalistler, kendilerini çoğu zaman:

  • daha akıllı,
  • daha ileri görüşlü,
  • daha çağdaş,
  • daha medeni

bir toplumsal elit olarak konumlandırır. Onlara göre toplumun geri kalanı, modernleşmeyi anlayamayacak kadar “geri” veya “hazır olmayan” bir kitle olarak görülmüştür. Bu yaklaşım, özgüven değil; derin bir ideolojik kibir örneğidir.

“Biz biliriz, halk bilmez” anlayışı

Kemalist düşüncede sıkça rastlanan temel varsayım şudur:

“Halk yanlış karar verir ama biz doğruyu biliriz.”

Bu bakış açısı, Kemalizmde demokrasinin neden hiçbir zaman tam olarak içselleştirilemediğini de açıklar. Çünkü bir ideoloji, takipçilerine toplumun geri kalanından “üstün” olduklarını sürekli fısıldarsa, doğal olarak halk iradesine güvenemezler. Güvenmeyince de:

  • vesayet mekanizmaları,
  • kurumsal müdahaleler,
  • insanların ne düşünmesi, nasıl yaşaması, ne giymesi gerektiğine dair dayatmalar

“toplumu koruma adına” meşrulaştırılır.

Asıl sorun da burada ortaya çıkar: Toplumu küçümseyen bir zihniyet, toplumu dönüştüremez. Sadece tepeden dayatır.

Yapay “aydın” tanımı: Kendi içlerinde dönen bir çember

Bir diğer dikkat çeken nokta ise Kemalistlerin aydın tanımının kendileri tarafından belirlenmesi ve yine kendileri tarafından ödüllendirilmesidir. Bu kapalı çemberde:

  • Kemalizmi öven herkes “aydın”,
  • Kemalizmi eleştiren herkes “cahil”, “gerici”, “karanlık”,
  • Halkın değerlerini önemseyen herkes “ortaçağ kafalı”,
  • Devletçi çizgiyi sorgulayan herkes “tehlikeli” ilan edilir.

Bu mantıksal döngü, ideolojiyi dogmalaştırır; her eleştiri tehdit olarak görülür. Sonuç: kendini aydın olarak gören ama toplumu anlamaktan uzak bir elit zümresi.

Kemalistlerin toplumdan kopuklukları

Kemalistlerin önemli bir kesimi, halkın yaşam tarzına, kültürüne, inançlarına ve sosyolojik gerçekliğine tepeden bakar. Onlara göre:

  • Halk geleneksel ise geri,
  • Dindar ise çağdışı,
  • Kendi kültürüne bağlıysa gelişmemiştir.

Bu yaklaşım, modernleşmeyi toplumsal değerleri yok ederek değil, onları anlamlandırarak gerçekleştirebilen toplumlarda bulunmaz. Bu yüzden Kemalizm’in elitist tavrı, modernleşme ile halk arasındaki mesafeyi her geçen yıl daha da açmıştır.

Aydınlık iddiasının ardındaki karanlık nokta

Kemalistlerin “biz aydınız” söylemi, çoğu zaman gerçek entelektüel üretimle değil, devletin resmi ideolojisiyle uyumlu olmakla ilişkilendirilmiştir. Birçok kişi, aydın sıfatını:

  • düşünsel özgünlükle,
  • bilimsel katkıyla,
  • toplumsal gerçekliği analiz etmekle

değil, ideolojiyle uyumlu konuşmakla kazanmıştır. Türkiye’de onlarca yıl boyunca yaratılan yapay “resmi aydın” figürü bunun sonucudur.

Gerçek aydınlık, kendi toplumunu küçük görüp Batı’yı kopyalamak değildir; toplumun ruhunu anlamak ve bu ruhla çağın şartlarını uyumlu hâle getirebilmektir.

Kemalist elitizm ise toplumun ruhunu anlamaya hiç çabalamamış, tam tersine onu şekillendirilecek ham madde olarak görmüştür.

Üstünlük kompleksi üzerine kurulu bir ideolojik kibir

Kemalistlerin kendilerini toplumdan üstün görme eğilimi, sadece bireysel tavırlardan ibaret değildir. Bu, ideolojinin iç yapısına gömülü olan, modernleşmeyi halktan kopuk bir şekilde tasarlayan zihniyetin doğal sonucudur.

Bu yüzden Kemalist elitizmi:

  • toplumu küçümser,
  • halkı dışlar,
  • farklılıkları tehdit olarak görür,
  • eleştiriyi düşmanlık sayar,
  • ideolojiyi sorgulanamaz dogma olarak kabul eder.

Bu tavır, Türkiye’deki toplumsal kırılmaların, sınıfsal öfkenin ve kültürel kutuplaşmanın en güçlü kaynaklarından biri olmuştur.